Friday, November 11, 2005

en çok hüzündür hep, en çok neşe gördüğümüz...

Thursday, November 10, 2005

kamyon şoförü...


biri saksımızı çiğneyip gitti, biri şarabımızı döktü, soğanımızı çaldı....

artık kamyon şoförü olabilirim. uzun, karanlık, soğuk yollarda hatırlayıp efkarlanacağım anılarım, onlara eşlik edecek kadar sıkı bir müzik arşivim ve uzun, karanlık, soğuk yollarla yalnız bırakmak istediğim yorgun bir aklım var artık; yürekleri sıradanlıklar yormaz, bilirsin...


yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar ağlarsın, sen artık, sen artık buralarda duramazsın....

kırmızı kamyonuma binip buralardan gidiyorum. annem, otostop çeken olursa sakın durma dedi, babamsa, belki bir dinlenme tesisinde karşılaşabileceğimizi söyledi. ışıl, ille de formasyon al, coğrafya öğretmeni ol diyor. ahmet kaya, birazdan kudurur deniz diye bağırıyor. ben koltuğa oturdum bile. kapıya uzanıyorum, boyum biraz yetmiyor ama alışacağım zamanla, kırk yıllık kamyoncular gibi çekip kapatacağım kapıyı. turgut bey bu halimi görse gurur duyardı, ne de olsa bu benim hikayem, hikayeme sahip çıkmayı ezberletti bana. hikaye benim. benim hikayem, kimseleri karıştırmam. başında da kimse yoktu, sonunda da olmayacak.

kamyonumun arkasına da yazdım işte: “ben, böyle yalnızlık görmedim”...

cingirak sesi...




Çıngırak sesi... Ailemi görmüyorum doğru düzgün üç aydır, birkaç özel insanı daha özledim hem nasıl ve çıngırak sesi. Yandaki obadan gelen bağırış çağırışlar arasında, koyunlar, keçiler, köpekler, zorla çorap satmak isteyen kadınlar arasında, çıngırak sesi...

Çıngırak sesinden rahatsızım. Gecenin bir vakti duyduğumda beni uyandırdığı için değil, ya da hazırlıksızken hiç düşünmeden yazmam gereken konu olarak seçildiğinden değil. Belki çok özlediğim, belki kırgın olduğum, belki unutmak istediğim insanları hatırlattığı için. Çocukluğumun yaz tatillerini, Fatih’te camdan bakarken babamın arabanın bagajını hazırlayışını izleyişimi, İstanbul-Çanakkale yollarını ve yolun sonunda ulaştığım, koşarak, heyecanla kapısını çaldığım anneannemi hatırlattığı için. Büyümüşlük, yalnız bırakılmışlık duygularını, geri gelmeyecek günleri, dünyanın farkına varmadan önceki, bağımsız, sorgusuz, geldiği gibi, “çocukça” yaşanan günleri hatırlattığı için.

Artık çıngırak sesinde bu günü de hatırlayacağım. Normal insanlardan farklı işleyen, sürekli sorgulayan aklın ve tatlı sesinle ilettiğin bu fikirden sonra...

Özge
15 Temmuz 1999
Aladağlar Niğde

yine sen, yine sen...




Ey Ozge, Ulu Ozge!

“Yine sen yine sen” olur, bu hikayeye bir de baslik eklesek. Bizimle ilk tanismasini grubumuzun kidemli uyelerinden Sertac’la (adam kirk oldu saka maka:) “Cagdas Turk Edebiyati” ve “Edebiyat doktorali Sertac Bey” baslikli uzun soluklu tartismalariyla; bizi aklina ve kalemine hayran birakarak yapan da sendin; grup toplantilarindan birinde sinirler gerilmisken “Denizli’nin adinin Denizsiz olarak degistirilmesini talep ediyoruz Hakim Bey!” diye birdenbire bagirarak hepimizi yere serip ortami bir anda yumusatan da. Baslar ilk o zaman mi merakla sana cevrilmisti, “Otobuste icecek bir sey almam” isimli kisa metin calismasinda, ince mizah duygunla tiyatral yetenegini konusturdugun bir sunum aksaminda mi yoksa? Ardindan kadin hikayeleri geldi, “Her yanim rimel”, “Tavada iki yumurta” ve “Tazeledigim yalniz rujum” sirasiyla. Subat ayinda, mesleki kaygini anlattigin “Ben kapici Ramazan oldum” la gunluk birincisi oldugunu da unutmadik, iki ay sonra sarki-kisi-yazi uclemesinde “Bir Ahmet Kaya sarkisi gibisin”le secilenin yine sen oldugunu da. Grubumuzun en cok tartisilan, ODTU disindan yegane uyesi; “de” ve “ki” baglaclarin, “mi” soru eklerin ve sifat eki –ki'lerin, coskun, samimiyetin, simsicak yuregin ve beklenmedik “tokat cumlelerin” , dileriz hep bizimle olur.



Telefonda sana “senin icin ne yazalim?” diye sordugumuzda bizi girgira alarak “cok guzel ve bekar yazin” dedin ya;
Sen gercekten guzel insansin Ozge,
Bekarligina biz karisamasak da...

edebi & ebedi dostlarin

odtulu edebiyatcilar
turkce dilbilim